29 Temmuz 2011 Cuma

günes

çirkindim ama hırsız olabilirim
iyi ve hırsız olabilirim
olmak istiyorum
sadece kahve içerken senle olmak belki
gap tişörtüm ve sadece uyku
hepsinde senle ve güneş belki
güneş bizi bırakmayacak çünkü biz yürüdükçe o bizi
takip ederken kuantumu düşündüğümüzde
senin aklına umut benim aklıma flash tv geldiğinde
ben biz ile çok mutlu olucam.
güneş de olucak.

kader

biliyosun, hiçbişey deme bitek kalmama izin ver yeter bak baktın olmuyo bi kenarda kafama sıkarım. sen de anla artık başka yolu yok bunun yazıkmış kımış tüymüş hepsi hesabedildi bunların, deki iyilik ediyosun deki sevap işliyosun herkesin inandğı bişey vardır bu ... hayatında benki de sensin napayım.

incir reçeli

çok da tatlıdır mesela.

18 Haziran 2011 Cumartesi

uu

ellerim titrediği zamanlar belli ki yazmam gerektiği zamanlar. çünkü derin bi nefes çekip sen gördüğüm zaman zaten yazasım geliyoken senin yaptığın oruspuluklar beni hep daha da yazdırıyor ki sen zaten bu durumu biliyosun.

ben sen sebepli olarak seni az yazmadım. sen biliyoken acaba, yine beni yazıyordur diye düşünmek için hiç beni kızdırdın mı? çünkü şuan kızdırıyorsun biliyorsun değil mi?
ben kızma yetimi kaybettiğimi en son nezaman biliyordum biliyo musun bildiğimi? en son bildiğimde ben kızamadığımı, ben benden başka bir şeye dönüşmeye başlamıştım ki, aslında yaşadıklarımız bizi biz yapansa sen beni ben yapmıştın ve sen de bu gazla büyümüştün. e sen ufaksın? kısasın. ufaksın kısasın. beni ezdikçe, beni yedikçe, bana bastıkça, ayaklarına beni giydikçe büyüdün, uzadın. biliyorsun. bunları düşündüğümü de biliyorsun, niye yapıuyorsun? sessizce yok olmuyorsun diyemem ki çünk sen en büyük kahpeliğini yaparak en sessiz olmaman, hatta şu yaşanmışlığımızda tek sessiz olmaman zamanda en sessiz oldun. orda beni kaybettin biliyor musun? sen artık değilsin. yanlışsın. hatasın. dedikleri gibi kötüsün. ben sen kötüsün dememiştim. belki hata, yaşanması gereken yanlış, yapılması gereken, yapmış oldığum, yapacağım ve yaptığım en büyük hatasın. en bile bile ladesim, en bile bile girmemem gereken kademe, en girmemem gereken çalım, en boş bırakmam gereken soru, en koparmamam gereke.... ben snle ilgili nokta atışları kaçırdım. artık senle ilgili ayrıntı aklıma gelmiyor. artık senle ilgili ince olamıyorum. artık kalın, sert, sopa, balık.
balık
balık
balık
balık
balık
ben o balığığ sen yokken yemleyecektim. içine verici yerleiştirecektim ki sonra fil aldım bir tane. içine verici yerleştirdim. sonra böyle büyülü bişi koydum hortumuna. bi anda gerçek oldu. bi baktım gerçek bi filim oldu. yem verdim.
su verdim
yem verdim
su verdim
yem verdim
bi baktım benim kadar olmasa da senin kadar oldu
haha biliyor musun o galiba senin kadar. ha ha ha so much hate to the ones we
runnig up that hill.
.
.
.
.
doğal.felaket.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

suşi

Kes, kopar. İstediğin gibi aslında. O bıçak suşi için değil çünkü sadece beni keser bıçak o.

Ellerim titrerken yazamıyorum. Ki bu benim yazabiliyo olmama engel mi bilmiyorum. Sen yapamıyorsan ben yapıcam. Şöyle ;

O siyah kırmızı kareli defterin var ya, onu açıcaz şimdi senle beraber. Çünkü sen tek başına o defterin siyah kordonunu beni kestiğin bıçakla kesip açamıyorsun. O kordon kesilecek ki çıksın bütün sendeki benler. Bütün benleri tek tek yere sericez

Balık gibi üstümdeki altımdaki pulları temizleyeceksin sen anladın mı?
Sebep vermiyorum. Yaşıyorum.

Yaşadığım için üzülüyorum. Benim kolumu bacaklarımı ve erkeklik uzvumu beyaz önlüklü beyaz kasketli delikanlı aabiler kıpırdamıyım, hamle yapmayayayım diye tuttuklarında ben sadece ben keser bıçağı ağzımdan çıkarıp tek tek o delikanlı ağabeyleri ve kollarımı, bacaklarımı ve erkeklik uzvumu kesip, dilimin üstünde sürüne sürüne sana kadar gelmiştim.

Afedersin… sen bana gelmiştin.

Komik olan da bu değil mi? Sen bana gelmiştin. Ama sen beni kestin. Yani beni kesmek için gelmiştin. Hikayenin en sonunda da karakola teslim olup beni kesin hakim bey dedin. Allah kahretsin ki o seni kesme görevini de bana vermediler. Ben seni kesemezdim. Çünkü saçların çok güzel. Belki biraz da gözlerin. Duruşun. Sen.

Ben bir kez daha kendime bıçağı saplayamam ki kollarım yokken.

7 Aralık 2010 Salı

iyi

ben iyi bir insanım değil mi gerçekten?
di mi
dimi
değil mi
değilmiyim
iyi

1 Aralık 2010 Çarşamba

candan ercetin sevenleriyle.

Öncelikle konser alanını tanıtarak başlayayım; konser alanı bir büyük sahneden, bir kafeteryadan – ki kafetaryada dondurma ve çaydan başka satılık hiçbir şey yok, alkol yasak.- ve bir sürü ufak oturaklardan oluşuyor. o ufak oturakların her biri de büyülü..... hikayeye büyü katınca gerçek değilmiş gibi oluyor ya, ondan o siperin arkasına gizlenmek güzel. Büyü.., gerçek üstü, masal, yalan, alkollü, alkol. Neyse konuya geri dönücem. Ben Ayvalık’daki traktörümde içim bir hoş olurk… haha, o başka bir hikayenin parçasıydı ehah.

Konser ve büyü. Büyünün maliyeti ve benzine yapılan zamların da etkisiyle konserin biletleri kuru kalabalığın katılmasına engel olacak ciddiyette pahallı. Mantıklı bir bahane, sonuçta herkesin gelmesi istenmiyor, herkes gelmek istemiyor ve belli ki organizatörler de beni istemiyor lakin benim param var. Haha

Bu işin büyüsü ise şurada; candan sahneye çıktığında ve sahnenin ortasında başlama hamlesini yapmak için kristal beyazı sağ elini kızıl saçlarının az yanından göğe doğru sertçe çektiğinde, elini göğe kaldırmış olmayacak. Göğü yere çekmeye başlamış olacak. Gök bizlere yaklaşmaya başladıkça bizim oturaklarımız yavaş yavaş büyüyecek. oturak büyüdükçe candan büyüyecek biz küçülücez. etrafta yıldızlar ve karanlıktan başka bir şey kalmadığında ise her bir oturağın ortasında dondurma külahı şeklinde yeşil bir kapı çıkacaktı. gerçekten gerçekti. kapıdan içeride kendi sahnemizde konseri dinlemey başlayacaktık. herkes kendi sahnesinde kendi konserini yaratmakta serbestti. belki biraz matriks gibi.


Kurallara aykırı olmasına rağmen ben kendi sahneme seni davet etmeye karar vermiştim. Mütevazi Samanyolumun kapısındaki tabelada 7 no.lu plaj işletmeleri yazıyordu ve üstünde bir fok resmi vardı. Dediğim gibi benim sahnem biraz ufak ve mütevaziydi. Kapıdan içeri girdiğim ve girdiğinde iki oturak, bir çaydanlık (yok, alkol yok, yasak bu hikayede söz. Bahane yok.) ve belki birer külah dondurmadan başka bir şey olmayaacktı çünkü kapıda bekleyen paparazzilerin aksine sen ve bendik ve sen ön kapıdan çıkarken ben tuvalet penceresinden atlayarak gizlice tuzlabuzolabilmeye hazırdım. O denli kendi egomu kurşun kalemin arkasındaki silgiyle seyreltmeye başlamışken sonuçta ben o boynuma kendi kendime bağlamış olduğum ipi kestim. -herkesin gözleri kararır- Sinirlendim, gerildim ve gerindim. Gerindim, koştum.
Koştum. Koştum. Halısahalarda kaybedeceğimi bildiğim ama kendimi kandırmak adına en azından ”ben elimden geleni yaptım, başkaları yapmadı”yı cebime koyduğum zamanlardaki gibi. Koştum koştum. Sevilladaki sonunda öldürülüp en zenginin masasına lezzet olmak için hazırlanan boğalar gibi başımı eğerek düm düz Samanyolumdaki tuvalette koştum ve son gücümle başımı tuvalet aynasına geçirdim. Kırılan tuvalet aynasının parçaları beni ve seni keserek bizi tuzlabuzetti. Kırıldım, döküldüm. Ama akan, kan yerine notalardı, oluk oluk vallahi akıyordu damarlarımdan. O ana kadar damarlarıma kazınmış olan melodilerin hepsi bedenimi yırtıp kaçıyorlardı. Biz derilerimizi kaybedip –seni kaybetmek istemedim- notalara dönüşmüştük çünkü orası samanyoluydu ve zaten biz, biz değildik. Sen ve ben olmaktı, ve benim sahnemde birer nota olmaktık. O söyledikçe biz güzelleşecektik. Belki senin notalara ihtiyacın yoktu ama en azından ben onunla birleşip bir nota olmayabaşlayacaktım ve belki seni Samanyolumda bırakıp ben dondurma külahı şeklindeki kapıdan çıkarak konser alanındaki büyük sahnede onun dizinin dibine İKEA’dan aldığım sallanan sandalyeye kıvrılıp şuursuzca sallanacaktım.




Ben sallanmak istedim. Onun yerine Samanyolumu salladım. Samanyolum da yıkıldı. Vallahi. durakta inecek var.